Geçiş Nesnesi: İçerideki Dünyayı Yaratmak
- Şura Aydın
- Nov 12, 2023
- 3 min read
Updated: Oct 14, 2024
Bir nesnenin nasıl hem hayali tümgüçlü bir kontrol altında olması hem de nesnel gerçekliğin bir parçası olması mümkün olabilir? Bu soru geçiş deneyiminin özünü oluşturur.
Winnicott, bebeklerin belirli bir nesneyi seçtiklerini ve ona bağlandıklarını fark etmiş ve böyle ilişki kurulan bu nesnelere geçiş nesnesi adını vermiştir. Geçiş nesneleri, bebeğin yakın çevresinden herhangi bir nesne olabilir ve aslında annenin yokluğunda onun yerine kısmen geçen bir teselli olarak kullanılabilir. Böylece bebek bu nesnesini – örn. battaniyesini, kendini yatıştırmak ve rahatlatmak için kullanır. Annenin yatıştırıcı işlevini içselleştirir ve bu bebeğin daha etkin bir konuma geçişini de temsil eder, daha önce anne tarafından kendisine yapılanı kendi kendine yapabilir hale gelir. Böyle bir içselleştirme sayesinde bebek özerkliğe doğru ilerler ve ihtiyaçlarını giderecek bir nesneye bağımlılıktan kurtulmaya başlar. Geçiş nesneleri içsel dayanakların başlangıcı olarak görülebilir, daha sonra çocuğun engellenmelere, yoksunluklara ve yeni durumlardaki zorluklara göğüs germesini sağlamada dayanak oluşturur.
Winnicott aynı zamanda geçiş nesnelerinin oluşumunu, benliğin gelişimindeki geniş sürecin bir yönü olarak görmektedir. Kişinin gelişiminde, annenin kolaylaştırıcılığı sayesinde bebeğin, içinde yaşadığı dünyanın tüm niteliklerini kendisinin yarattığını ve kontrol ettiğini hissettiği hayali bir tümgüçlü yanılsama durumu vardır. Bu yavaş yavaş bebeğin, güçlerinin sınırlarını kabul ettiği ve başkalarının da bağımsız olarak var olduğunun farkına vardığı nesnel bir algı durumuna geçişe doğru ilerler. Geçiş nesneleri memenin/annenin kısmen yerini alan ve bebeğin anneyle kurduğu tümgüçlü yanılsamasından vazgeçip bir dış gerçekliğin varlığını fark etmeye başladığı deneyimi de işaret eder.
Geçiş nesneleriyle olan ilişkiler, iç dünya ve dış dünya arasında üçüncü, aracı ve geçişi sağlayan bir alan oluşturur. Tümgüçlülük yanılsaması ile nesnel gerçekliğin tanınması arasındaki gelişimsel bir ara bölgeye denk düşer. Geçiş nesnesi ne büyülü kontrol altındadır ne de kontrol dışındadır; bebeğin kendisini tamamen öznel bir dünyanın merkezi olarak deneyimlemesinden, diğer insanlar arasında bir kişi olarak hissetmesine doğru kademeli geçişini gerçekleştirmesine yardımcı olur.
Geçiş nesnelerinde bir diğer önemli boyut ise nesnelerin ne oldukları değil, nesnelerle kurulan ilişkinin doğasıdır. Halihazırda bebeğin çevresinde bulunan bu nesneler bebeğin psikolojik gelişimiyle beraber seçtiği bir nesneyle artık farklı türden bir ilişki kurmaya başlar. İlk bakışta öylesine orada olan bir nesne olsa da, örneğin sıradan bir battaniye olarak görülebilir, aynı zamanda bebeğin ona yüklediği öznel bir anlamı da taşımaktadır. Bu anlamda, bir geçiş nesnesinin kurulması için gerekli olan yönün yetişkinler ve bebek arasında bu nesnenin kökenini ve doğasını sorgulamama konusunda örtülü bir anlaşmanın varlığıdır. Ebeveynler/çevre, nesneyi bebek yaratmış gibi hareket eder ve onun üzerindeki kontrolünü sürdürür, ancak aynı zamanda onun diğer insanların dünyasındaki nesnel varlığını da kabul eder. Dolayısıyla, bu paradoksu anlayan ebeveyn, nesneyi iki alandan hiçbirine yerleştirmez ve nesneye müdahale etmez. Böylece bebeğin nesnesi üzerindeki özel hakları ve ayrıcalıkları tanınır ve geçiş alanı oluşur. Bu nesnenin aynısı ama örneğin yenisi olan bir diğer nesneyle yer değiştirmesi bebeğin deneyiminde bir kesinti yaratacağının farkındadır. Herkes o nesnenin anlamını kabul eder ve deneyimi korur.
Çevre aynı zamanda böylece bebeğin kendine ait bir dünyası olduğunu, kendine ait anlamlar yaratabildiğini ve kendi içinde süregiden bir devamlılığı olduğunu kabul etmektedir. Bu kabul ile yaklaşılan bebek böylece kendi içinde ayrı bir dünyanın olduğunu, diğerlerinden farklı bir zihni olduğunu yavaş yavaş keşfederek iç ve dış dünyayı ya da öznel ve nesnel gerçekliği ayırt edebilmeye başlar. Geçiş nesnesi tam anlamıyla ötekinin farkındalığına, iç ve dış arasında bir sınır oluşturmaya doğru bir geçiş imkânıdır. Ancak bu sınırın da henüz katılaşmamış oluğu bir ara deneyim sunar. Winnicott bu düşünceden yola çıkarak, bebeğin sanki dış dünya onun kendi fantezisi gibi oynayabileceği ve yaratabileceği daha geniş bir geçiş alanı kavramını yaratmıştır.
Geçiş dönemi deneyimi yalnızca gelişimsel bir ara dönem değil, sağlıklı yetişkinler için de oldukça önemli ve değerli bir alandır. Burada, ne dış dünyadaki mantık ve geçerlilikleriyle ne de düşüncelerin bizi tamamen öznel, tek boyutlu bir aleme götürüp dış dünyayı tamamen kaybetmemize neden olma tehdidiyle ilgilenmeden; düşüncelerimizin dolaşmasına izin verebiliriz. Geçiş deneyimi çocuğun oyun oynama kapasitesine dayanırken yetişkin formunda ise kişinin hayalleriyle, fikirleriyle ve dünyanın olanaklarıyla sürekli olarak şaşırtıcı, orijinal ve spontaniteye izin verecek şekilde oynayabilme kapasitesi olarak ifade bulur. Winnicott, geçiş nesnesi ve olgularının normal duygusal gelişimde evrensel olarak mevcut olduğunu ve kültürel alanı yarattığını belirtir.